26 Eylül 2009

Gel-dim.

0 yorum

Tatile gittiiimm geldiimmm.. Sıcak ama yağmurlu Akdeniz'in tadını çıkarttık sevgiliyle. Unutamicamız "adventure" yaşadık sevgiliyle "Daha çok gencim. Ölmek istemiyorum" diyip durdu kendisi.=)) Off uzun yazasım yok sonra anlatırım.

Later.

10 Eylül 2009

Kıskançlık, Nefret, İhtiras, Chanel!

2 yorum

Biri şu çocuğu ve ona bu çantayı veren ailesini dövsün lütfen hatta azını burnunu dağıtsın!!! Tipe bak gıcık şey.

Deadline?

0 yorum

İş yerinde sıkıcı bir günün ortasındayım. Mıc mıc'lar arada yine sinirimi bozuyorlar biraz dengesizler ve ben buna katlanamıyorum. Aralarında konuşup takılıyorlar, işle ilgili yapmamız gereken şeyleri bana söylemiyolar ben ancak onlar kendi aralarında konuşurken bişeyler çıkartıyorum da yapıyorum bir de kalkıp dün gelemediğim ve bana boş işler verilmediği için sen zaten hazırladın kendi yaptıklarını yok bilmem ne tarzında akılları sıra laf sokuyorlar. Başımdan savıyorum ve konuşmyorum tabi ama o zamanda yine sessiz canı bişeye sıkkın insan oluyorum. Varsın olsun bana bulaşmasınlar zira iyice canım sıkılıyo bunlardan. Yakında biri gidecek diğeri yalnız kalıcak o zaman bana iyi davranmak zorunda işte... Evet fark ettim hep sıkılıyorum diye yazıyorum ama iş yerinde kim eğlenir ki?

Şu hafta hep sinir şeyler üst üste geldi zaten. Süper tırnaklarımdan 2si kırıldı. Bi tanesinin kırılması imkansızdı hatta Nuriş öyle iddia edio ve bayılıyordu buna rağmen pembe yerinin tam ortasından nasıl kırılabilir acaba??!! Bruchino ve sevgiliyle beraber tatil yerleri bakıyoduk ama her yer mi pahalı olur yada iğrenç olur acaba?? Lanet ettim öğrenciliğimize o an. Sonra bi de şu yağmur ve "kötü hava şartları" var. Bütün her yerde birden nasıl yağmur başlar acaba?? Antalya, kıbrıs, eylül tatil sonu falan demeden.. Hayal kırıklığı had safhada yani. Sevgili Bruchino'muzun doğum günü geldi çattı ama bu havada ne yaparız o da belli değil. RC'den de haber yok bu aralar hastalıklarla mı ne boğuşuyomuş bilmiyorum iyi olunca aricaktı yanlızmış bide=(( Bayramdan hemen sonra okul da açılıyor. İyi mii kötü mü bilemiyorum. Hem sıkıldım biraz hem de daha tatil yapamadığım için istemiyorum ama en azından Ellie'yle Mgiciki'yle ve biricik sevgilimle daha sık görüşcem ona seviniyorum.

Herşeye rağmen daha mutlu olduğum gerçeği de var tabi. Bunun nedeni elbette ki biricik sevgilim. Varoş muahbbeti yapmicam ama Allah bozmasın yani:p Aramız çok iyi çok mutluyuz bi de tatil yapabilsek keyfimiz tam yerine gelcek ama bakalım.. Telefonun her çalışında yada her kapattığımda sırıtıyorum ve özledim yaaa diye kendimi sağa sola atıyorum=)) Cumartesi buluşmalarımız bu yazın klasiği oldu artık tabi ama okullar açılınca o da değişecek. Dersler, iş güç falan derken umarım vakit ayırabiliriz birbirimize. Bak yine özledim işte onu sabah mesaj attı bıcır bıcır konuştum onla bende. İşe gitmicem sende gitme dedi ama malesef bu güzel teklifi reddetmek zorunda kaldım. Off affra tafraa!
Etrafımda insanlar dolanıp duruyor bense masama gömülmüş bişeyler yazıyorum. Pek işim yok yada ben yokmuş gibi davranıyorum yada bilmiyorum acelem yok sanırım. Yoruldum, sıkıldım ve gitmek mi istiyorum? Evet. Bir sıkılıyorum yazısı daha eklendi. Neyse ben biraz balıklarımı besliyim bari...

4 Eylül 2009

Bekle.

0 yorum

Yine canım sıkkın 1-2 gündür. Niye böyle oluyor bilmiyorum. İçim sıkılıyor ve ben her seferinde hiçbir şey önemli değil ben önemliyim takılma, canını sıkma, olmuyosa da olmuyo diyip duruyorum ama sevdiğinle aran böyle olunca insanın içi parçalanıyor. Aynı umursamaz tavırlar aptal telefon konuşmaları işte... Haftasonu gelse de görsem sevgiliyi o zaman anlarım yine ilişki salak bi yöne mi gidiyo diye. Sıkılıyorum çok ama elimden sadece beklemek geliyor. Katlanamadığım, nefret ettiğim bekleyiş, birini ya da zamanı beklemek, işkence etmek....

1 Eylül 2009

Urban Romantic?!

0 yorum


Şehir romantikleri kimdir? Nasıl insanlardır? Diye sorarsak eğer bu insancıklar keyiflerine düşkündürler, dünya nimetlerine ve sanata karşı zaafları vardır ve hayata karşı meraklıdırlar. Sanat, tarih, coğrafya, edebiyat, sinemadan bilim kurguya kadar yayılan çok geniş ilgi alanları bulunur. Festival, konser, sergi, workshop, seminer gibi etkinliklere katılırlar katılmasalar bile ne nerde ne zaman onlardan sorulabilir. Aylık etkinlik ajandası gibilerdir. Gördükleri yada duydukları bir etkinliği mutlaka bir yerlere not ederler. Şehir romantiklerinin bu fazla ilgileri zamanla bağımlılığa dönüşür. Yani dünyayla ve insanla oldukça ilgili meraklı kişilerdir. Şehir romantikleri hangi işi yaparlarsa yapsınlar yakınılan, sevilmeyen, kaçma isteği uyandıran büyük şehirlere karşı sevgi ve büyük bir çekim duyarlar. Hani herkesin utandığı ama yapmaya devam ettiği şeyler vardır ya, eski moda bir filmi ard arda izleyebilmek, ayıplanacak bir şeyi zevkle yemeye devam etmek ya da etrafımızdakilerin dalga geçtiği bir şarkıyı tek başımızayken dinlemek. İşte şehir romantiklerinin bu sevdası da aynen bunlar gibidir. Herkesin nefret ettiği o şehirlere aşık olmak, vazgeçememek ve bunun getirdiği o nadir insanlardan biri olmanın gururu aynı zamanda utancı.

Şehir romantikleri şehirleri sever diyorsak da hepsini değil elbette. Onlar gerçek anlamda metropolleri severler. Çünkü bu şehirler aktif, yaratıcı, uyumayan ve sürekli insanı besleyen şehirlerdir. Bu sevdalı insanlar duygusal, detaycı, iehirde büyümüş ve büyük kentlerin çeşitliliğine aşık insanlardır. Büyük şehirleri sevmek zordur zaten sonradan olacak birşey de değildir. Ya sever ya da nefret edersiniz. Şehir romantikleri bu pislikten, gürültüden, kalalıktan, trafikten hiç mi yakınmaz sanıyorsunuz. Tam tersine en çok onlar şikayet ederler aşık oldukları bu kentin kötü huylarından. Fakat bu sevdalarının sevam edebilmesinin nedeni ne kadar yoğun olurlarsa olsunlar kendilerine o 5 dakikalık keyfi ayırırlar. İstanbul ise bu şehir Boğaz’da çay, Paris’te ise bir kadeh kırmızı şarap, Roma’daysa bir kahve, Londra’da sıcak çikolata, Viyana’da bir bira molası verirler ve kendi kendilerine o şehri neden bu kadar çok sevdiklerini işte o zaman tekrar hatırlarlar.

Peki bunlar hep beton sever mi derseniz tabiki de hayır. Doğaya bayılırlar fakat birkaç günlük. Onların ellerinin altında sinema, tiyatro, bale, konser, festivaller olmalı. Bir tarafta kafeler, barlar, müzeler varken diğer tarafta parklar, ormanlar isterler. Metropol dememizin nedeni bu zaten. Çünkü gerçek metropollerde hem modern hem de eskiyi hem yeşili hemde kozmopolit yaşamı bir arada bulunduran kent anlayışıdır. İstanbul için çok üzülüyoruz tabi çünkü ne eskiyi ne de yeşili koruyabilmiş kozmopolit bir kent olmaktan çıkıp koca bir köy haline gelmiştir. Fakat şehir romantikleri hala umutludur ve sevdiklerinden öyle kolay kolay vazgeçmezler. Şu meşhur Parisien’ler yani Parisliler işte Şehir romantikleridir. Onların çoğu zaten ya Fransız değildir ya da öyleyse bile olmayanlar gibi ‘Ben Parisliyim.’ cevabını verirler. Kendi yaşam tarzları, stilleri, zevkleri vardır ve hangi milletten oldukları da burada önemsizdir. İşte diğer şehir romantikleri de muhtemelen size İstanbulluyum, New Yorkluyum, Londralıyım gibi cevaplar vereceklerdir. Mesafeli iletişimlere yani borçlu çıkmayacağı konuşmaları severler. Yani kent kültürünü benimsemiş insanlar olarak tanımadığı insanlara ‘günaydın’, ‘merhaba’, ‘iyi günler’ gibi selamlaşmaları severler. Çünkü fazla samimiyet yaratmayacak dialoglardır ve başkalarına hesap verme gibi bir bağlatı da yaratmaz. Bu şehirlerin getirdiği özgürlüktür işte ve doğal olarak özellikle kadınlar için daha anlamlıdır.

Şehir romantikleri yaşamı neden sevmemiz gerektiğini görmemizi sağlarlar. Yaşamdan, sanattan, insanlardan keyif almayı öğretirler. Sizin de etrafınızda gizli romantikler var. İşte buradan bir tanesi itiraf etti...